Prof. Dr. M. Emin Özafşar ile ahlak ve etik üzerine
Söyleşi: Dr. Yüksel Salman
Prof. Dr. M. Emin Özafşar ile ahlak ve etik üzerine
Sayın hocam, etik kavramı son dönemlerde farklı yönleriyle çok tartışılan bir kavram. Öncelikle etik nedir? Etik kelimesinin Türkçemizdeki karşılığı nedir? Dilerseniz konumuza kavramsal çerçeve ile başlayalım.
Efendim, her dönemin, her çağın yükselen birtakım kavramları mefhumları var. Bu kavramlar aslında o dönemin ruhuna, hissiyatına, duygusuna da tercüman olur. Tarihte böyle olduğu gibi, bugün de böyledir. İşte onlardan bir tanesi de etik kavramıdır. Etik kavramı M.Ö.’ye uzanan, iki bin, iki bin beş yüz yıllık geçmişi olan, Latince “etos” kökünden gelen bir kavramdır. Davranış, gelenek, âdet, alışkanlık ve karakter anlamlarına geliyor. Etik, kadim Yunan filozofları tarafından felsefenin ana konusu olarak da, ahlak konusu olarak da ele alınmış. Modern zamanlarda ise etik biraz da popüler bir kavram olarak kullanılmaya başlanmış. Belki de modern zamanlardaki ahlaki yozlaşmanın, ahlaki dejenerasyonun sevki ile modern insan etikten çok söz eder olmuştur. Bugün etik dediğimiz zaman İslam kültüründeki ahlakın, edebin ve ahlak içerikli mefhumların, insani değerlerin anlatılmak istendiğini söyleyebiliriz.
Bu alanda sıkıntılar var ki bu kavram daha çok konuşulur oldu diyebilir miyiz?
Tabii. İnsanın olduğu yerde, sosyal düzenlemelerin olduğu yerde hep bu türden sıkıntılar olmuştur. Ama modern zamanlarda kamu kurumlarının iş hayatındaki normatif düzenlemelerin, hukuki düzenlemelerin, mevzuat düzenlemelerinin yetersiz kaldığı hissedilmiştir. Hatta bazen hukuki düzenlemelerin katı bir biçimde uygulanmasından mağdur olan insanlar ortaya çıkmıştır. Onun için de etik kültürü dediğimiz bir kültürden söz edilmiştir. Hatta bir etik yasası vardır ve bu yasaya dayanarak ülkemizde bir etik kurulu ve bu etik kurulunun temsilcisi olan etik komisyonları vardır.
Bütün kamu kurumlarında bu komisyonlar oluşturuldu değil mi?
Evet. Bu komisyonların vazifesi, etik değerleri tekrar hatırlatmaktır.
Ahlak ile etik arasında bir fark var mıdır? Birleştikleri ve ayrıldıkları noktalar nelerdir?
Kelime olarak “halk”, yaratılış demektir. Huluk da, ahlak demektir. Ama aynı zamanda ahlak, davranış demektir, karakter, şahsiyet demektir. Bütün bu ilişkilerin yüksek değerlerini, prensiplerini ve ilkelerini belirleyen ve bize ufuk açan dinimiz İslam’dır.
Peki Hz. Adem’den itibaren ahlaki açıdan birtakım kök değerler var mıdır?
Elbette vardır. Ahlakın ezeli ve ebedi unsurları, kök değerleri vardır. Bu, devirden devire, insandan insana değişmez. Tezahürleri gitse bile aslında o kök değerde bir değişiklik olmaz. Bir sadakat, bir emanet, cesaret, adalet, sehavet, erdem, iyilikte bulunma bunların hiçbiri devirden devire değişmez.
Kimilerinin ahlaki gördüğü birtakım davranışlar, bir başkasına göre ahlaki olarak görülmeyebilir. Ahlak kurallarında da görecelik söz konusu olabilir mi?
Yüksek ahlaki erdemler var, bunlar değişmez. Bunlar ezelidir, ebedidir, temel ahlaki değerlerdir. Bir de kültürden kültüre, dönemden döneme değişen, daha küçük ahlaki unsurlar vardır, değişebilir, kültüreldir. Örfe bağlıdır, örfün değişmesiyle bunlar da değişebilir. Tutum ve davranışlardaki, ahlaki unsurlar kanaatimce değişebilir. Ama temel ahlaki değerler değişmez.
Peygamberimiz mekârimi ahlakı tamamlamak üzere gelmiştir. Dolayısıyla mekârimi ahlak evrensel değerlerdir. Peygamberimiz ahlaka vurgu yaparak özendirmiş, ahlaki değerlere yönelmeyi teşvik etmiştir. Yüksek ahlaki değerlerle de insanların cenneti kazanabileceklerini ifade etmiştir. İslam geleneğinde de, Müslüman filozoflar ahlakı önemsemişlerdir. Örneğin, Farabi’nin ahlak felsefesiyle ilgili yazdıkları çok önemlidir. O, ahlakı, siyasetin bir parçası olarak görmüş, mutluluk ahlakını vurgulamıştır ki, o buna saadet diyor, insanın dünyada ve ahirette mutlu olması.
İslam geleneğinde ahlak teorik ve pratik olarak ikiye ayrılır. Kişinin kendini yönetmesi pratik ahlakın konusudur. Evin yönetimi, bir ahlak konusudur. Şehrin yönetimi bir ahlak konusudur, aynı zamanda pratik ahlak konusudur. Buradan şuraya geliyoruz, pratik ahlak yozlaşması, zihniyetin yozlaşması evin ve şehrin yozlaşmasını da beraberinde getirir. Buradan da doğal olarak yozlaşan bir siyaset, yönetim ortaya çıkar. Erdemli şehrin merkezinde ise güzel ahlak vardır.
Ahlakta esas olan, kuralların davranışa dönüştürülmesi olduğuna göre, bu konuda neler yapılabilir?
Davranışa dönüşmeyen, teorikte kalan bir ahlak, bir “ide” olarak, fikir olarak kalır. Güzel bir fikir olabilir. Ama güzel bir muamele olamaz. Nasıl davrandığınız sizin karakterinizi ortaya koyar. Adaletten söz edebilirsiniz ama adaletli olamıyorsanız işte burada ahlaki bir zaafiyet vardır. O bakımdan İslam kültürü, İslam inancı; örneğin, alçak gönüllülüğü, hilm’i çok övmüştür. Tevazuyu bizzat göstermiştir. Peygamberimiz bunun örneklerini nasıl vermiş değil mi? Kendisi, yaşlı birisi de gelse yanına, bir cariye de gelse, bir fakir, bir yoksul da gelse onunla özenle ilgilenmiştir. Bakınız bu çok önemlidir. İnsanlara sosyal statülerine göre muamele etmemiş. İnsana insan olduğu için önem ve değer vermiştir.
Sevgi, saygı, nezaket çok önemli. Peygamberimiz, çocuklara ve hanımlara karşı şefkatle muamelede bulunulmasını istemiştir. İslam ahlakının iki ana direği vardır. Bunlardan birisi, hilm’dir, diğeri de şefkattir. Hilm, yani rıfk ile muamele etmek, herkese eşit muamelede bulunmak, birisiyle musafaha ederken samimiyetle muamele etmektir. Nush, içtenlik, samimiyet demektir. Bunlar, davranış olduğunda toplum güzelleşir, toplum mutlu olur. Toplum saadet ve huzur toplumu olur. O bakımdan, edep kavramı çok önemli bir kavramdır. Edep insanlar arası ilişkilerde nezakete riayet etmek demektir.
İslam kültüründe etik değerler dediğimiz zaman karşımıza hangi kavramlar, hangi ahlaki değerler çıkar?
Bizim “etik değer” ile kastımız ahlaki değerlerdir. Biz bunlara aksiyom diyoruz. Etik değer dediğimiz zaman sözleşmeden doğan değerleri, insanların doğuştan sahip olduğu değerleri, akitten, milliyetten doğan değerleri, insani, ahlaki vicdani değerleri anlayacağız. Etik değerler, hukukun, kanunun, mevzuatın ve insan olmanın, insana verdiği değerler demektir. Örneğin bir iş ortamında mevzuatı herkese eşit uygulamak etik bir değerdir. Kamu malını israf etmemek etik bir değerdir. Zamanı etkin kullanmak, herkese eşit ve insanca muamele etmek, insan onurunu korumak ve gözetmek etik bir değerdir. Özellikle belediye, hastane vs. gibi sosyal faaliyetlerin yürütüldüğü yerlerde tebessümle muamelede bulunmak, insanlara nazik davranmak, sorunlarını dinlemek ve çözmek bir etik değerdir. Bunlar ahlaki, insani birer değerdir, objektif davranmak da etik bir değerdir.
Kur’an’da geçen bir kavram var “ihsan”. Bu kavramı, işi doğru ve düzgün yapmak şeklinde anlamak mümkün. İhsan kavramını iyi özümsediğimizde bunun iş hayatımıza, çalışma hayatımıza nasıl katkıları olabilir?
İhsan kavramı işin estetik boyutunu ifade eder. Bir de itkan kavramı vardır İslam kültüründe. İtkan, yani yapılan işin, olması gerektiği gibi yapılmasıdır. Hatta peygamberimiz bir hadislerinde, “Sizden biriniz bir iş yaptığı zaman onu en mükemmel şekilde yapsın.” buyurmuştur. Peygamberimiz bu hadislerini oğlu İbrahim’in defnedilmesi esnasında söylüyor. Yavrusu mezara konuluyor. Mezarı örtenler, kenarda bir boşluk bırakıyorlar, yani yaptıkları işi iyi ve tam yapmıyorlar. “Birazdan toprağın altında kalacaktır nasıl olsa” anlamında bir işaret yapıyorlar. Bunun üzerine peygamberimiz bu hakikati yüksek sesle dile getiriyor. “Sizden biri, bir iş yaptığında onu en güzel biçimde, en mükemmel biçimde yapsın.” buyuruyorlar. Onun toprak altında kalması önemli değil, önemli olan işin önemsenmesi.
Yani peygamberimiz mezarda bile gözü rahatsız eden veya eksik bırakılan bir hususun düzeltilmesini, o eksikliğin giderilmesini istiyor.
‘Mezarda bile olsa işi eksik yapmayın, nasıl yapılması gerekiyorsa öyle yapın.’ Aslında burada, önemsizmiş gibi görünen noktada son derece önemli bir ilkeyi peygamberimiz bize hatırlatıyor. Yapılan işi ciddiye almak, işin hakkını vermek ve işi mükemmel bir biçimde ortaya koymak, işte itkan dediğimiz şey budur. Yani kaliteli iş yapmak demektir. Dolayısıyla, İslam kültünde ihsan dediğimiz zaman, artık işin estetik ve iş niteliği bakımından en mükemmel noktada olması kastedilir. Peygamberimiz, kurbanlar kesilirken bile yapılan işin nezaketine dikkat etmeyi ihsan kavramıyla ifade eder. İhsan, aynı zamanda Cenabı Allah’ın her an her işi murakabe ettiğini, gördüğünü bilerek, hissederek, duyarak iş yapmak demektir. Peygamberimiz bir hadislerinde; “Allah’ı görüyormuş gibi Allah’a ibadet ediniz. Her ne kadar siz O’nu görmüyorsanız da, O sizi görüyor.” buyurmuşlardır.
Yani ibadetin de mükemmel yapılması gerekiyor.
Tabii, işlerin ihsan ile yapılmasında bize tevdi edilen, bize verilen, uhdemize bırakılan hangi sorumluluk olursa olsun önemlidir. Meşru her iş bizatihi muhteremdir, saygındır. Bir emanettir. Hele bu kamuya yönelik bir iş ise daha da önem arz eder. Şimdi modernite diyor ki, bu etik bir değerdir. İslam kültürü de buna diyor ki, bu bir emanettir. Öyle ise emanet etik bir değerdir.
İşini güzel yapması elbette kişiyi huzura kavuşturur. Ancak bunun toplumsal yansımaları düşünüldüğünde örneğin, herkes üretimde kaliteye, işini mükemmel yapmaya özen gösteriyorsa bunun topluma yansımaları da her halde mükemmel olacaktır değil mi?
Tabii ki, sonuç olarak mükemmel iş, mükemmel bir toplum çıkaracaktır ortaya.
Ahilik kültürümüzde de var. İşini iyi yapmayınca, işine hile kattığında ahilik geleneğine göre toplumca dışlanıyor, o kimseden alışveriş yapılmıyor, bazı müeyyideler uygulanıyor.
Evet, o hileli iş yaptığı için onun işine itibar etmiyor ve o kişiyi toplum dışlıyor. Onun ürettiği mala itibar etmiyor. Bu bakımdan bir anlamda ona karşı müeyyide uyguluyor.
Etik ile bağlantılı olarak toplumda çok konuşulan kavramlardan birisi de bilim etiği malumunuz. Bilim etiği noktasında neredeyiz?
Bilgi insanı insan yapan ve insana özgü temel bir niteliktir. Bilgi çağında yaşıyoruz ve bilgi etiğine vurgu yapıyoruz. Bilgi güçtür. Güç olduğu için o gücü elde edenlerin sorumluluğu da çok yüksektir. Tarih boyunca bilgiye, bilgiye sahip olan kimseye çok önem verilmiştir. Âlimlerin sorumluluğu hep vurgulanmıştır. Günümüzde bilgi artık yaygınlaşmış ve popüler bir mahiyet kazanmıştır. Bugün internet ortamında dünyanın en seçkin üniversitelerinin kütüphanelerine girip araştırmanızı yapabiliyorsunuz. Bilgi insanların rahatlıkla ulaşabildiği gizlisi saklısı kalmayan bir fenomen haline gelmiştir. Bugün bilginin yönetimi konuşuluyor. Geleneksel toplumlarda, ahlaki olgunluğu bulunmayan insanlara bilgi verilmemiş, ilim yoluna sevk edilecek insanların öncelikle ahlaki meziyetlerine bakılmış, karakterleri, şahsiyetleri dikkate alınmıştır. Bilginin ayağa düşürülmesi, bilginin istismar edilmesi, bilginin şöhret için kullanılması ve bilginin toplumun zararına kullanılması en büyük insanlık ayıbıdır. Hele din alanındaki bilginin istismarı gerçekten bağışlanması mümkün olmayan bir vebaldir.
Âlim dediğimiz zaman o kavrama yüklediğimiz anlam var. O da bilgisiyle, görgüsüyle, ahlakıyla, topluma faydasıyla, bilgiyi kullanmasıyla insanların güzünde zirvede olan bir kişi. Bu noktada neler söylemek istersiniz?
Âlim, “alem”dir yani işarettir. İşaret de bizi hakikate götürür. Âlim, hakikatin mümessilidir. Çıkarın, şöhretin mümessili veya süfli emelleri için bilgiyi istismar eden kişi âlim olamaz. Âlim aynı zamanda amildir. İlim, aynı zamanda ameli gerektirir, ahlakı gerektirir. Ahlaktan yoksun olan insan bilginin gereğini yapamıyor demektir. Onun için son birkaç asırda “entelektüel” kavramı çok tartışılmıştır. Fransa’da, Rusya’da, Almanya’da, Avrasya’da ve bizim topraklarımızda entelektüel münevver dediğimiz aydın, “işi bilgi olan kimse” demektir. Toplumun aydın kesimi toplumun ufkunu açmakla sorumludur. Toplumu daha ileriye, yükseğe ve ahlaki ve yüksek ufuklara doğru götürmekle sorumludur. Toplumu kaosa sürükleyen, açmaza yönelten, bilgiyi bu yönde kullanan zihinleri karıştıran kişi âlimlik sıfatını kaybetmiş demektir. Bu bakımdan bilgi, bilim etiği konuşulması gereken bir konudur. Bilhassa kamu kurumlarında ve iş ortamlarında bilginin paylaşımı, bilginin hizmete dönüştürülmesi son derece önemlidir.
Bilginin esirgenmesi değil, toplumun istifadesine sunulması önemlidir. Bilgi etiğini belki bu bağlamda vurgulamak lazım.
Çağımızın ulaştığı bilgi düzeyini teknik, sosyal veya organizasyon olarak kendi toplumumuzun hizmetine sunmak ödevimizdir. Bunu hangi ortamda çalışırsak çalışalım ürüne dönüştürmek, toplum hizmetine sunmak vazifemizdir.
Buradan çevre konusuna gelmek istiyorum izninizle. Çevre etiği konusunda neredeyiz?
Çevre de modernitenin çok konuştuğu bir konudur. Dünyada bundan 150 sene önce bir çevre sorunu yoktu. Bir ozon tabakasının delinmesi ve buzulların erimesi söz konusu değildi. Kuraklaşma, dünyanın çölleşmesi, söz konusu değildi. İnsanlar yeşilin içinde pırıl pırıl akan pınarların çayların ırmakların kenarında dostça bir ortamda yaşıyorlardı.
Biz bugün bir çevre etiğinden, çevre tahribatından söz eder duruma geldik. Bu çevreyi kim tahrip etti de ortaya bir sorun yumağı çıktı. Bu bakımdan çevre etiği de çok özel olarak vurgulanması gereken bir kavramdır. Ama bunları teorik olarak vurgulamak yetmez. Bizzat uygulamak gerekir. Küçük yaşta çocuklarımıza tasarrufu, ağaç dikmeyi, israfın iyi olmadığını öğretmemiz gerekir. Göstererek yaşatalım ki, bir kültür oluşsun. Bu bakımdan İslam kültüründe ahlak, bir meleke olarak tanıtılır. Kendiliğinden ortaya çıkan davranış, hesaplanarak planlanarak yapılan davranış değil! Bu güzel hasletleri gençlere aşılamak gerekiyor. İşte Diyanet de ilgili bakanlıklarla bir protokol düzenledi. Bütün camilerimizin, mezarlıklarımızın yeşillendirilmesi konusunda bir protokol imzalandı. Ülkemizin tamamının bu konuda seferber olması, bu konuda ortak bir bilincin oluşturulması gerekiyor.
Not: Bu yazı, Diyanet Aylık Dergisinde yayınlanmıştır
Yorumlar
Yorum Yaz